
TMT ve EOKA gladiolarıyla girdi TC ve Yunanistan içimize.
1988’de Kıbrıs Türk Halk Hareketi, Genç TMT, TİT adıyla bombaladılar, tehdit ettiler ve bildirileriyle açıkladılar.
Sampson’un İngiliz Sömürgecileri vurup, fotoğrafını çekerek kendi gazetesinde yayınladığı gibi, sömürgeci devlet de Kıbrıs Gazetesi’ndeki gece müdürlerine ilk haber olarak ulaştırdı bu faşist örgütlerin saldırı ve bildirilerini.
Ve bunları haber yapanlar baştacı edildi basın örgütlerince.
Emperyalist sömürgeci ülkelerin egemenliği sürdükçe adamızda, onların gladioları hep uyanık olacaklar yeni operasyon emirlerini beklerlerken.
Peki bundan kurtuluş onların hukuğunun egemen olduğu bugünkü dünya hukuğu içine girerek mi mümkün acaba?
Yoksa sorunumuz onlardan kurtuluş mudur?
*****
AB emperyalist kapitalist devletlerin birliğidir.
Kapitalizmin emperyalist aşamasında mevcut üretim ilişkileri içerisinde tekelci sermayenin devletleri oldukları gibi gladio vb. diye bilinen küçük birlikler halindeki kontr gerilla (Özel Harp Dairesi gibi) yapılarını silahlı kuvvetlerin en vurucu, en güçlü ve “yasal” Özel Kuvvetler Komutanlıkları olarak geliştirerek büyütmüşlerdir.
Tüm AB ülkeleri dahil dünyadaki tüm emperyalist kapitalist ülkeler kendi üretim ilişkilerinden, eşitsiz gelişimden kaynaklı krizlerinin kendilerini yokedecek, işçi, emekçi ezilen halkların mücadelesinin yükselmesine ve devrimci komünist bir önderlikle bütünleşmesinin ve heran burjuva iktidarların egemenliklerinin yıkılabileceği endişesiyle, devletlerini buna karşı savaşmak için hazırlamaktadırlar.
Sermaye iktidarları kendisine karşı muhtemel ayaklanmalara karşı silahlı, silahsız legal, illegal devlet yapılarını yeniden organize ederek güçlendirirken, kontrgerilla ordularının operasyonlarında önemli bir yer tutan psikolojik savaşı da kullanmaktadırlar. Bu gerçekliğe rağmen kimileri kapitalist emperyalist düzenin tekelci sermayelerinin devletlerinin özleri ve yapıları arasında fark varmış gibi davranmakta ve kötüler arasından daha iyisini bulmaya ve onlara “sempati duyulması, işçi emekçi ezilen halklara alternatif olarak sunulması ve kabul edilebilir görülmesi” algısı oluşturmasına katkı koymaya çalışmaktadırlar.
Bu psikolojik savaşın oluşturduğu algının etkisini sosyal medyada bu konuda yürütülen bir tartışmada ortaya konan aşağıdaki yaklaşımda da görebiliriz.
“… en azından şu an emin olduğumuz, NATO’dan kurtulmaya çalışan bir Avrupa Birliği’nin varlığıdır. Ortalama benim bildiğim kadar İtalya’daki temiz eller hareketlenmesi öyle başladı. Başarabildiler mi? Hayır derim, ama ekonomik bir birlik kurabildiler ve NATO vesayetinden kurtulmaya, askeri yapılanma için de geyretleri var. Dünyanın örnek aldığı sosyal devlet yapılanması gayretleri var. İnsan hak ve özgürlükleri konusunda diğer kıtalara fark atarlar. Yargı ve hukuk sistemleri diğer kıtalara göre 10 yıldız sayılır, diğer coğrafyalara bakarak bu yapılanmanın bir parçası olabilme şansı farklı bir gözlükle değerlendirilmeli. Olduğumuz yerle ulaşılabilir hedefler arasında tercihler, nihai değil stratejik hedeflerdir. Vietnam harbi sonrası ve SSCB’nin dağılması, değişen soguk savaş politikalarının etkisi ile geçiş dönemi kabul edilen en az 50 yıllık 21’ci yy ilk çeyreğinde yapılacaklar ve öncelikleri saptamak, maceracı değil, yapıcı mantık gerektirir. İlk çeyreğini hiç birşey üretmeden geçirdiğimiz bu cağı iyi okumayanlar, öncelikle çevreyi merkezine almayan hiç bir siyaset kalıcı ve toplumlarını ileri taşıyıcı olmayacak.”
Yıllardır dünyada , Avrupa ve ülkemizde “mümkün olanın elde edilmesi” olarak özetlenen bu siyasi çizgideki yapıların tümü de toplumlar tarihinin sınıflar mücadelesi tarihi olduğunu dillerinden düşürmedikleri halde, sınıflar arası uzlaşmanın, dahası sömürgeci, emperyalist devletlerin işbirlikçisi durumuna geldiklerini görüyoruz.
Bu yapılar tarafından “güleryüzlü kapitalizmin” reformlarla evrimleştirilerek sosyalizme varılabileceği propagandaları yapılmaktadır.
Burjuva devletlerin resmi istihbarat, kontrgerilla vb. teşkilatlarının devrimci komünist örgütlere içten veya dıştan sızması bu örgütlerin burjuva devlet tarafından kurulduğu, kontrol edildiği ve burjuvazinin çıkarları için çalışan örgütler olduğunu söylemek mümkün değildir!
Yine aynı tartışmadaki bir diğer görüş şöyledir: “Dev-Genç dağıldıktan sonra, yanılmıyorsam 30’a yakın MİT markalı, Marksist devrimci örgütler amip gibi çoğalarak sardı her yanı.”
Bu tür imalar ise olsa olsa burjuvazinin yürüttüğü psikolojik savaşla oluşturmaya çalıştığı “Marksist-Leninist örgütler derin devletle bağlantılıdır” algısının etkisindeki değerlendirmeler olarak kabul edilebilir.